62. Altın Portakal Ulusal Yarışma Filmleri: Mülteciler, yoksulluk ve kadın cinayetleri.
10 Kasım 2025 tarihinde bianet'te yayınlanmıştır
Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde gösterilen filmlerde her yıl birkaç temanın öne çıktığını görüyoruz. Bu yılki yapımlarda mülteci sorunu, ciddi bir yoksulluk, kadına yönelik şiddet, yaşlı bakımı ortaklaşılan temalardı. Ülke sinemasının yıllardan beri kan bağını koparamadığı ‘anne sevgisi görmemiş erkeğin bunalımı’ bu yılın da popüler konusuydu. Terk edip giden, intihar eden, çalıştığı için çocuğunu komşusuna bırakan annelerin kadın suçlayan, öfkeli, pasif agresif, sınırda kişilik bozukluğu sergileyen, melankolik, elli yaşlarına gelip çocuk sahibi olsa da hala büyümemiş oğullarının hikayelerinin artık kısırdöngü yarattığı söylenebilir.
Yoksulluk
Hasan
Tolga Pulat’ın 1970’li yıllar erotik film furyasını Cem Yılmaz ve Çağan Irmak
üslubuyla izleyiciyi gülme krizlerinden ağlama krizlerine sürükleyerek
anlattığı Parçalı Yıllar’da baş
karakter Aytekin yaptığı işi para insanı
gururlandıran en önemli şeydir diyerek meşrulaştırıyordu. Ve bu cümle
ulusal yarışma filmlerindeki yoksulluk sorununun dile gelmesi gibiydi. Hakan
Güngör, Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri’de Anlatamadıkları| Erotik Film Furyasının Karanlık Yanında Neler Yaşandı başlıklı yazısında erotik film
furyasında rol alan erkek oyuncuların saygın tiyatrocular olarak hayatlarını
sürdürmelerine rağmen kadın oyuncuların çoğunun intihar ettiğini, şiddete maruz
kaldığını ya da ülkeyi terk ettiğini anlatmıştı. Buna rağmen Parçalı Yıllar,
İlkin Tüfekçi tarafından canlandırılan kadın oyuncunun erotik filmde rol almak
istemeyen Aytekin’i porno filmin kendisinin hayatını kurtardığını söyleyerek
duygusal bir konuşmayla ikna etmeye çalıştığı sahnede bu gerçeği çarpıtma
yoluna gidiyor. Emre Sert ve Gözde
Yetişkin’in Sahibinden Rahmet’inde annesinin
mezar taşını yaptıracak kadar dahi parası olmayan İrfan’ı izliyoruz. İrfan eşi
Münevver’le birlikte annesinin evinde yaşar ve yoksulluktan kurtulmak için
arazisine düşen meteorun parçalarını satmaktan medet umar. Meteor parçası aile
içindeki çürümenin, üstü örtülen sorunların simgesi haline gelir. İrfan’ın taşı
elinden çıkaramayışıyla atık sudan kaynaklanan evin duvarındaki lekenin giderek
büyümesi ve kokunun yayılması paralel ilerler. Taşın parçalara ayrılması
hayatında hiçbir şeyi kontrol edemeyen İrfan’ın dağılmasını anlatır gibidir.
isyankar çocuklar: Aldığımız Nefes'te Esma
Şeyhmus
Altun’un Aldığımız Nefes ve
Seyfettin Tokmak’ın Tavşan İmparatorluğu filmlerinde yoksulluğun hakim olduğu
annesiz evlerde öfkeli çocuklar izledik. Aldığımız Nefes’te Esma Reha Erdem karakterlerini özellikle Beş
Vakit’in Yıldız’ını ve Hayat Var’ın Hayat’ını andırıyordu. Annenin olmadığı
evde üç erkek kardeşinin ve babasının bakımını üstlenen, ev içi görünmeyen
emekten sorumlu olan Esma’nın öfkesinin sebeplerini anlamak için çaba harcamak
gerekiyor. Altun, Esma’nın abisine kızgınlığının, abisini kıskanmasının
nedenlerini güçlü biçimde önümüze koymadığı gibi Esma’nın babasından sevgi
talep ettiğini de göstermekte yetersiz kalıyor. Bu nedenle Esma’nın filmin
sonundaki kendine dönük şiddet içeren eylemi ve bu eylem sayesinde babasına
temas edip sarılabilmesi melodrama has şok edici eylemden öteye gidemediği gibi
Esma yine aile erkeklerine bakım vermeyi sürdürüyor. Ulusal Yarışmadaki
ödüllerin büyük bölümünü alan Tavşan İmparatorluğu
Reha Erdem’in Hayat Var, Kaan Müjdeci’nin Sivas ve en önemlisi Emin Alper’in
Kurak Günler’ini çağrıştırıyor, sentezliyordu. Tavşan İmparatorluğu, Aldığımız Nefes’e kıyasla çocuk karakterinin anne
özlemini çok daha somut kurmayı başarıyordu. Elazığ’da çekilen film, annenin iş
kazasında ölüm haberiyle açılır. Beko’nun yeni kaybettiği eşinin eşyalarını
aldığı sahnede Beko cüzdandan aldığı paralar dışındaki her şeyi yere atar.
Sahne karı koca arasındaki sevgisizliği ve aslolanın geçim derdi olduğunu
göstermede hayli başarılıdır. Engellilerin gittiği okulun yöneticisi olan
Muzaffer aynı zamanda tazılara tavşan avlatılan bahis çetesinin başındadır.
Suçun ve şiddetin birlikteliği Kurak Günler’deki Şahin karakterini ve domuz avı
sahnesini çağrıştırır. Musa’nın tazı avından kurtarmak istediği tavşanlarla
kendisine kurduğu dünya tüm bu erilliğe, şiddete, suça ve sevgisizliğe
direniştir aynı zamanda. Tavşan İmparatorluğu sinemamızdaki kadim baba
oğul çatışmasını babanın oğlundan taraf olması ve onu korumasıyla
sonuçlandırdığı için değişime kapı aralar.
Erkek
şiddeti ile yüzleşememek
Ragıp Ergün’un Noir’ı ve Erdem
Yener’ın Barselo’su ve Tunç Davut’un
Kesilmiş Bir Ağaç Gibi adlı
yapımlarında kadın cinayeti yer alıyordu. Noir ve Kesilmiş Bir Ağaç Gibi
izleyiciye katilin kim olduğunu söylemiyordu. Noir izleme deneyimi açısından
festivalin en zor filmlerinden biriydi. Evlilik hazırlığında olan genç çift
uçurum kenarında tartışır kadın ölür. Kadının intihar mı ettiği yoksa sevgilisi
Kerem’in mi onu öldürdüğü belirsizdir. Arabada kadının kız kardeşinin de
olmasına rağmen. Noir kadın cinayeti sorununu başta öldürülen kadının sevgilisi
olmak üzere toplu delirme hali şeklinde tasvir ediyor. Çiftin aileleri beyaz
eşya ve altın üzerinden mal paylaşımı derdine düşüyor ve karşılıklı ağız
dalaşı, kavga anlatının bütününe hakim olan hayli yorucu ve gürültülü bir karmaşa
atmosferi yaratıyor. Noir’ın ilginç yanıysa öldürülen kadının cenazesinde
ağladığı için linç edilmenin kıyısından dönen, Çin Mahallesi’ndeki dedektif J.J
Gittes gibi burnunda yara bandıyla dolaşan, sonunda nefret ediyorum cahillerden diyerek cinnet getiren yönetmen aydın
figürü. Söz konusu karakterin, ülke sinemasının aydın temsili tarihinde hayli
ilginç bir yerde konumlanacağı öngörülebilir.
Alper
Kul’un yazdığı İkincikat tarafından sahnelenen tiyatro oyunu Barselo Erdem Yener’in yönetiminde
uyarlanmış. Çoğunlukla tek mekanda geçen Barselo, Gemide ve Barda’nın kaldığı
yerden sürdürüyor anlatısını. Gemide’de konuşmayan ve sürekli şiddete maruz
kalan Rus kadının yerini Barselo’da Suriyeli, Özbek ve Moldovalı kadınlar alıyor.
Baş karakter Komodo’nun annesine duyduğu güvensizliği kadınlara adeta sınav
sorusu gibi yansıttığı diyelim öldüm ben
cümlesini her seferinde kadın cinayetinin takip etmesine rağmen filmin
izleyiciyi güldürmesi en önemli sorunları arasındaydı. Sürekli güldüğümüz
‘sempatik’ Komodo, Barselo’nun ortalarında, Dolunay Soysert’in canlandırdığı
kadın karakteri öldürür, cesedini valize yerleştirir ardından tam sahnenin
ortasında izleyiciye doğru valizi açarak cesedi önümüze serer. Anlatının
sonunda ortalığı kan gölüne çeviren, seri biçimde cinayet işleyen Komodo’nun annesinin
de öldürdüğü kadınlar gibi seks işçisi olduğu ortaya çıkıyor. Böylece ‘zavallı’
anne travması olan karakterle özdeşleşmemiz, cinayetlerini mazur görmemiz
beklenir. Cesetleri valize konulan Ayşe Tokyaz, Münevver Karabulut ya da
varilde henüz hayattayken yakılarak öldürülen Pınar Gültekin cinayetleri toplumsal
hafızamızda sokakta yürürken bize eşlik ederken, ‘mağdur’ ve travmalı
erkeklerle özdeşleşerek onlar için üzülmemiz, yaptıkları esprilere gülerek
cinayetleri meşrulaştırmamız bekleniyor. Hala.
Mülteciler
Sunay Terzioğlu’nun Bağlar
Kökler Tutkular filmi hapisten
yeni çıkmış eski siyasi suçlu Hamza, Afgan Khaled ve Suriyeli Hazel’in
öykülerini ötekileştirilme, toplumsal ikiyüzlülük temelinde kesişimle ele almaya
çalışıyor. Ancak üç karakterden sadece Khaled’in hikayesinin tutarlı olduğunu
söylemek gerek. Hamza, Khaled ve Hazel’in hayata tutunma mücadelesiyle aşkın
yaşanma şekli iç içe geçiyor. İlişkileri toplumsal yapıdan çatışmadan ayrı ele
almanın imkansızlığını, kişisel olanın aynı zamanda politik olduğunu görüyoruz.
Çoban olan Khaled’in gördüğü sahte misafirperverlik hem Bilge Olgaç’ın
İpekçe’sinden hem de Lars Von Trier’in Dogville’inden hayli tanıdık. Khaled
köylüler kendisiyle yemeklerini paylaştığı için onlarla eşit olduğu zannediyor.
Oysa karşılıksız verme üzerine kurulan ilişki hiyerarşinin, üstünlük kurmanın
en önemli göstergesidir malum. Khaled koyunlarına çobanlık yaptığı adamın
kızına aşık olduğunu onunla evlenmek istediğini söylediğinde linç edilir. Suriyeli
mülteci Hazel babası, abisi ve kız kardeşiyle yıkık dökük evde insanlık onuruna
yakışmayan yoksulluk içinde yaşarken tekstilde kaçak çalışır. Hazel’in işten
arta kalan zamanında modern dans atölyesine gitmesi ve orada tanıştığı gençle
sevgili olması; Hazel’in iş yerinde, dolmuşta ya da çalışma izni almak için
gittiği polis merkezinde özgüvensiz davranışlarıyla çelişir. Hazel tek
karakterden ziyade iki ayrı kadından oluşur gibi görünür.
Tunç Davut’un Kesilmiş Bir Ağaç Gibi filmi mülteci kadın Nesrin’in terk edilmiş inşaatta bir erkekten nefes nefese ter içinde kaçışıyla açılır, erkek onu yakalar. Nesrin’in apartman boşluğunda beline dek aşağı sarktığını görürüz. Yönetmen bu sahneye dönmez. Film boyunca Nesrin kayıptır, ona ne olduğu belirsiz bırakılır. Sahibinden Rahmet’te meteor parçası, Aldığımız Nefes’te giderek yaklaşan yangın nasıl ki aile içi anlaşmazlıkların ortaya çıkması için işlev görüyorsa Kesilmiş Bir Ağaç Gibi’de de Nesrin aynı işlevi görür. Almanya’ya yerleşmek üzere olan rasyonel, mesafeli, bencil, feminist ve asabi kız evlat Nalan, aileyi sürekli maddi zarara uğratan oğul İhsan, evinde çalışan mülteci kadına karışık duygular besleyen baba emekli mühendis Refik’ten oluşur aile. Refik Nesrin’in yurt dışına kaçması için ona destek olurken Nesrin’in hayatındaki erkekten yani Ahmet’ten haberdar değildir. Nesrin Ahmet ilişkisinin belirsiz bırakılması, Nesrin’in çocuklarıyla ve Ahmet’le çektirdiği aile fotoğrafı, Refik’in dizine kapanıp ağlaması Nesrin’i femmefatale konumuna oturtur. Nesrin’in Ahmet’le yurt dışına gitme planı yaptığını öğrendiği sahnede Refik mahalle arasında bir düğüne denk gelir. Neşeyle dans eden damada baktığı sırada kalp krizi geçirmesi ve Kurban bayramı için alınan koyunun hamile çıkması koyun ve Nesrin arasında kurulabilecek simgesel ilişkiye kapı aralar. Nesrin’in hamile olduğu için Ahmet tarafından öldürülmesi o belirsizliğin içinde yer alan olasılıklardandır.
Büyümeyen erkekler
Ensar Altay’ın Kanto’sunda demansla
boğuşan
kayınvalidesi Saliha’nın eve gelişinin ardından dik başlı gelin Sude’nin
kelimenin düz anlamıyla yerlerde sürüne sürüne evinin kadını olmayı öğrenmesi
anlatılır. Kayınvalidesiyle arası iyi olmayan Sude, Saliha eve geldiği andan itibaren
onun başına gelen her şeyden sorumlu olan tek kişi gibi temsil edilir. Yuvayı
yapma, dağıtma ve birarada tutma gücü olan kişinin geleneksel söylemde olduğu
gibi kadın olduğunu söylüyor film. Saliha salonun duvarına hayatta olmayan
eşinin fotoğrafını asar. Akşam yemekleri yenirken iki çocuk, Sude, İlyas ve
Saliha’nın yanı sıra kadraja İlyas’ın babası da girer. Böylece yemek masası
erkeklik iktidarının ispat edildiği yere dönüşür. İlyas’ın annesinin karşısında
otoritesini ispatlama mücadelesi aile içi krizi ve Saliha’nın evden kaçıp
kaybolmasını beraberinde getirir. Saliha’nın kaybolma süreci Sude’nin terbiye
olması, makbul gelin olmayı öğrenmesiyle sonuçlanırken çocukken annesinin ona
bakmadığını söyleyen İlyas annesinin kaybıyla ilgili sorumluluk almaz. İlyas’ın
anlatı boyunca tutarsız kişilik sergilemesi border line ya da bipolar gibi
kişilik bozukluğundan mustarip olduğu yönünde izleyici yorumlarına neden olsa
da karşımızdaki karakterin ergenlikten yetişkinliğe geçiş yapamadığını kısaca
çocuk kaldığını söylemek mümkün. Sude’nin, Saliha’yı bulmak için dereden geçip
ormanın derinliklerinde yerlerde süründüğü çekimlere paralel kurguda büyük kızı
Elif’in kanto gösterisinin ağır çekimde eşlik etmesi Sude’nin anneliğinin ev
kadınlığının yetersizliğini ima eder.
Özcan
Alper’in festival boyunca heyecanla beklenen Erken Kış’ı ülkesindeki ajans aracılığıyla Türkiye’de yasal olmayan
taşıyıcı anneliği kaçak statüsünde yapan Lia’yı anlatıyordu. Lia hamileliği ve
sonrasında bebeği emzirdiği altı ay boyunca pasaportu elinden alınarak yaşamak
zorunda kalmış bir karakter. Bebekten ayrılmak istemediği için bebeğin babası Ferhat’la
İstanbul’dan Özcan Alper coğrafyası adıyla anabileceğimiz coğrafya boyunca
Gürcistan sınırına dek yolculuk ederler. Erken Kış’ın en önemli sorunlarından
biri baş karakterlerinden Ferhat’ın hikayesinin olmaması. Annesinin terk ettiği
söylenen elli yaşlarındaki melankolik karakterin annesine olan öfkesinden,
karısı Handan’dan sıkılmış olmasından, Lia’yı arzulamasından ve ticaretle
uğraşmasından başka şey yok elimizde. Annesinin neden ve nasıl intihar ettiğini
dahi bilmiyoruz. Filmin sonunda belgesel niteliğine sahip görüntülerde taşıyıcı
annelik yapmak isteyen başka bir genç kadını görüyoruz. Bu sahne Alper’in asıl
amacının söz konusu beden sömürüsünü anlatmak olduğunu düşündürse de Erken Kış
iki karakter arasındaki tutkuya odaklanıyor aslen. Kamyon şoförü babasından
çocuk yaştan itibaren mahrum kalmış Lia’nın baba eksikliğini yarasını başka bir
imkansız ilişki üzerinden iyileştirmek isterken tekrar etmesini anlatıyor. Film,
Ferhat’ın biberondan Lia’nın sütünü içtiği sahnede ve horon sahnesiyle ima
edilen hayali cinsel birliktelik sahnesinde Lia’yı fetiş arzu nesnesi konumuna
yerleştiriyor
Ve Çokluğun, Neşenin İhtimali Olarak
Ziya Demirel’in En Güzel Cenaze Şarkıları
Demirel samimiyetsiz ve iki yüzlü orta sınıf hayatını kara mizahla anlatıyor. Saadet’in eşinin ölümünün ardından yaşanan yas süreci sadece göstermeliktir, oğullarının babalarına dair anılarında tek bir sevgi sözcüğü etmemesi dikkat çeker. Saadet’in büyük oğlu Murat’ın dokuz yıllık ilişkisi vardır ve düğün fotoğrafçılığı yapmaktadır. Murat, görüntülerini çektiği evlenmek üzere olan çiftten geline kur yaparak onunla birlikte olurken Murat’ın sevgilisi Meltem için Kürtler cinsel fetiş nesnesidir. Orta sınıfın değerlerinin içinin boşluğunu ve ırkçılığını Seren Yüce karamsarlığından ziyade kara mizahla birleştirerek yüzümüze çarpıyor yönetmen. Bu komedi tufanında Demirel’in anlatmak istediklerinin ne kadarının anlaşıldığından emin olmak zor. Yönetmen alternatif ütopya da sunuyor filminin sonunda, Ayça Damgacı ve Hidayet Tili tarafından canlandırılan at hırsızları adı verilen dolandırıcı anne oğlunun ilişkisi, arkadaşlığı bildiğimiz hiyerarşik ve baskıcı çekirdek aile hayatına meydan okuyan akışkanlığa sahip.
62.
Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde gösterilen on iki
filmden Aldığımız Nefes, En Güzel Cenaze Şarkıları, Parçalı Yıllar, Kesilmiş
Bir Ağaç Gibi ve Tavşan İmparatorluğu 13-21 Kasım 2025 tarihleri arasında
Ankara Film Festivalinin ulusal bölümünde de yarışacak.