Kitap eleştirisi / 2 Ocak 2025 tarihinde K24 Sitesinde Yayınlanmıştır
Mone Chollet Cenevre doğumlu bir gazeteci. 2016 yılından buyana Le Monde’un baş editörü. Fransa’da yaşıyor ve feminist kimliği ile tanınıyor. Türkçe’de iki kitabı var. 2020 yılında ilk baskısını yapan Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları) ve 2023 yılında yayınlanan Aşkı Yeniden İcat Etmek Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor? (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları). Chollet her iki kitabında da güncel dizi ve filmlere, romanlara, oyuncuların ve yazarların hayatlarına sıkça atıfta bulunuyor. Aşkı Yeniden İcat Etmek Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?’da dizi ve filmlere daha fazla değiniyor. Chollet’nin referanslarıyla, çizdiği çerçeveden verdiği dizi ve film örneklerini gözden geçirmek aşkın, ilişkilerin egemen söylem bağlamında temsilini, kırılma noktalarını görmemizi ve sorgulamamızı sağlıyor.
Chollet Aşkı Yeniden İcat Etmek’ye kah bir Hint
minyatürü, kah Annie Ernaux öyküleri kah bizzat tanıdığı bir arkadaşının
ilişkisinden söz ederek başlıyor ve aşktan söz etmenin “bildiğimiz en güzel
hikayeleri sonsuza dek temcit pilavı gibi tekrarlamaktan” ibaret olmadığını
hatırlatıyor. Aşk bir duygudan ziyade aslında bir hikaye anlatma itkisidir ona
göre. Filmler ve romanların sunduğu peri masalı hikayeleri pek sorgulanmaz. Kadınların feminizmi keşfi ise bir nevi Matrix’te
Neo’nun mutlu cehaleti sağlayan kırmızı hap yerine farkındalığı sağlayan mavi
hapı tercih etmesi gibidir. Chollet, Jane
Birkin gibi ünlü ve “mutlu” daha doğrusu romantik aşk yaşıyor zannettiğimiz
kadınların aslında şiddet sarmalında toksik ilişkiler yaşadıkları gerçeğini
görünür kılıyor. Mary Wollstonecraft’ın iki kez intihara teşebbüs etmesinin
feministler tarafından görmezden gelinmesinden, Bell Hooks’un akademik kariyeri
seçince terk edilmesinden, kadın bedenine dair güzellik beklentisinden, kadın
erkek ilişkilerinde kelimenin her anlamıyla (boy / ekonomik gelir / konum)
eşitsizliğin romantize edilmesinden söz ediyor.
Konformizm ile nihilizm arasında başlıklı önsöz’de izlediğimiz aşk
hikayelerinin iki sevgilinin kavuşmasıyla yani ilişkinin başlamasıyla bittiğini
ve asla ilişkinin nasıl sürdüğünü nelerle karşılaştığını nasıl evrildiğinin
anlatılmadığından dem vurarak 2020 yılında yayınlanan mini dizi Normal People’ın bu geleneği az da olsa kırdığını ancak dizinin baş karakteri olan
çiftin anlaşmazlıklarının melodram geleneğine uygun olduğunu anlatır. Çünkü Chollet’nin
Bell Hooks’tan aktardığı üzere aşktan ve aşkın varlığını hayatlarımızdaki
anlamını tasvir etmektense kayıptan söz etmek daha kolaydır. 2018 yapımı L'amor Flou’da ise on yıldan fazla süredir
evli, iki çocuk ve bir köpek sahibi olan Romane ve Philippe, birbirlerini artık
eskisi gibi sevmediklerini fark eder ve ayrılmaya karar verirler. Ancak bunu
başarmaları da pek kolay olmaz. Bu yüzden de Romane ve Philippe bitişik
dairelerde yaşayacakları bir ayrılık gerçekleştirmeye karar verir. Çünkü “çift
hayat insanın kendi boşluğu ile ve
mecburi bir aradalığın boşluğuyla yüzleşme korkusundan kaçtığı bir sığınaktır”.
Hemen her yılbaşı döneminin favori filmlerinden biri olan Love Actually’de
(2003) gördüğümüz gibi popüler kültür ev içi emek sömürüsünü romantize eder. Portekizli
Aurelia ilişkileri resmiyet kazanınca yazar Jamie’ye eskisi gibi aynı
hizmetleri sunacaktır, tek farkla Jamie ona para ödemek zorunda değildir çünkü
evleneceklerdir; “birlikte yaşamayı reddetmek işte bu yüzden bizim biz
olduğumuz için mi yoksa sunduğumuz hizmetler için mi sevildiğimizi anlamaya
yarayacaktır bu aynı zamanda erkeklerin tam insana dönüşmelerini de
sağlayacaktır”
Love Actually (2003)
Sevilmek için kendini un ufak etmek: Romantik idealimizde kadınların değersizleştirilmesi başlığı altında, Victor Hugo ve Honoré de Balzac’tan alıntılarla erkeklerin, eril kültürün kadınların ince ve kırılgan olmasından, “oyuncak bebek” gibi görünmesinden hoşlandığını anlatarak 2015 yılında Serena Williams’a yapılan ırkçı ve cinsiyetçi yorumları örnek verir. Sinema sektöründe uzun boyuyla tanınan Gwendoline Christie tarafından canlandırılan Brienne de Tarth karakterinin Game of Thrones’un son sezonunda değişimi bu bağlamda istisnadır. Jamie bir kadının şövalye olmasını engelleyen geleneğe karşı gelerek Brienne’yi şövalye ilan eder ve ardından birlikte olurlar; “Jamie onu eşiti ve dengi olarak görürken ona olan arzusunu da gösterir, halbuki dizinin büyük bölümünde bu iki ayrı tavrın birlikte var olamadığını görürüz”.
Brienne de Tarth
Chollet’nin vurguladığı
üzere “kadının ufalması sadece fiziksel değil profesyonel ve ekonomik anlamda
da beklenir”. Romantik ilişkiler
hiyerarşi ve güç sorunlarına sahiptir. Chollet bu noktada ‘Oscar laneti’
deyimini hatırlatır. Oscar kazanan kadın
oyuncuların evliliklerinin ortalama dört yıl ömrü vardır. Bette Davis, Halle
Berry, Kate Winslet, Reese Withherspoon, Hilary Swank, Sandra Bullock ödül kazandıktan
kısa bir süre sonra ayrılmış ya da boşanmıştır. Eva İllouz’a göre “kadınların
değeri çerçevesi çizilmiş estetik kriterlerine uygunlukları hem de gençlikleri
ölçüsünde belirlenir. Erkeklerin çekiciliği ise yaşlarından bağımsız olarak
toplumsal konumları üzerinden ilerler”. Buna karşın Gloria Steinem eşitliği
erotikleştirmemizi söylemektedir. The Marvelous Mrs. Maisel’de (2017-2023) Midge ve Joel’in ilişkisinin gel
gitleri üzerinden eşitliğin de erotik olabileceği gösterilir. Her zaman bir stand upçı olmak isteyen Joel
kendi hayalini eski eşi Midge gerçekleştirince önce hayal kırıklığına uğrar
ancak daha sonra komedi yeteneği olmadığını kabul ederek Midge’e hayranlık
beslemeye ve onunla gurur duymaya başlar. Midge turnedeyken çocuklarla
ilgilenir; “evlenerek farkında olmadan kendilerini içinde buldukları ve
birbirlerini aşağı çekmelerine neden olan rollerden çıktıklarında ikisi de karı
kocayken olduklarından çok daha ilgi çekici bireylere dönüşürler. Toplumun ve
aile kurumunun kontrolünden kaçmayı başaran hikayeleri ilgi çekici bir hal
alır”. Post-Empresyonist Fransız ressam Paul Gaugin 1891’de Tahiti’ye
yerleşmiş ve adada frenginin yayılmasına neden olmuştur. On üç yaşında bir yerli olan Tehura’nın da
aralarında bulunduğu üç yerli çocukla evlenmiştir. 2017 yılında çekilen Gauguin - Voyage de Tahiti adlı filmdeyse
tahmin edilebileceği üzere bunların hiçbiri yer almaz. Gaugin ülkesinde kıymeti bilinmemiş bir
sanatçı olarak temsil edilir, Tehura’yı on yedi yaşındaki bir oyuncu
canlandırır ve elbette Gaugin’in adaya yaydığı cinsel hastalığın yerini filmde
diyabet alır.
Chollet, Hakiki erkekler. İlişkideki şiddetten öğrenilecekler adlı başlıkta temel olarak patriyarkanın sevgi ve şiddet arasında kurduğu ilişkiden, şiddet uygulayan erkeklerin çekici bulunmasından söz ediyor; “kızları beyaz atlı prensi bekleyecek şekilde yetiştirirken diğer yandan da onları diğer tüm erkeklere karşı dikkat etmeye yönlendiriyoruz. Yetişkin birer kadın olduklarında birbirlerine güvenmeyi ve asıl tehlikeleri tespit etmeyi öğrenmemiş oluyorlar” (Hirigoyen’den akt). Mon Roi’de (Maïwenn 2015) Tony ve Georgio arasındaki ilişkide gördüğümüz üzere şiddet sadece psikolojik de olabilir; “yönetmenin geniş ölçüde otobiyografik olan filminde bir kadının ona tokat dahi atmadan nasıl mahvedilebileceğinin iyi bir örneğidir”. Chollet’e göre sürekli aşağılama, küçük düşürme, mesafeli tavırlar, tehditler ve kadını tecrit eden dengesini bozan hareketler intihara dek sürükleyebilecek akıl sağlığı aşınmasına yol açar. The Marvelous Mrs. Maisel’de Midge, liseden arkadaşı olan Manniford MacClain’e hayrandır ancak adam yıllar sonra karısını öldürdüğü için gazetede elleri kelepçeli haliyle haber olarak yer aldığında Midge “o artık bekar ve ben de bekarım diye düşünür”. Sahne katilleri çekici bulan kadınlara göndermede bulunmaktadır; “erkeksilik güce, tahakküme, şiddet uygulamaya doğrudan bağlıysa Midge’in Manniford’a dair yaptığı tasvirin bize anlattığı üzere bir katilden daha erkeksi ne olabilir?”. Sheila Isenberg’in belirttiği üzere patriyarkal kültürde katillere üstün erkeklik atfedilir; “en maçolara en güçlülere en şiddetli ve en kaba olanlara atfedildiği gibi (…) şiddetin kendisi erotikleştirilmektedir. Erkeksiliği ve maçoluğu abartılı boyutta olan bir erkekle birlikte olan bir kadın kendisini daha çok kadın hisseder”. Marlon Brando 1962-1972 yılları arasında evli kaldığı Tarita Teriipaia’yı kürtaja zorlayıp, hamileyken ona şiddet uygulamıştır. Steve McQueen ve kendisi gibi oyuncu olan Ali MacGraw ile ilişkisinde onu eve hapsetmiş, dövmüş ve oyunculuk yapmasının yasaklamıştır. Böylesi bir ilişki Elle Dergisi tarafından “yıkıcı çılgın bir tutku” olarak nitelenir. Chollet’nin aktardığına göre Ali MacGraw dört yıl sonra Steve McQueen’le birlikte yaşadığı evden kaçmış ve bir daha oyunculuk yapmamıştır. Benzer biçimde Jane Birkin de yazdığı kitapta kendisinden yirmi bir yaş büyük Serge Gainsbourg’un ilişkilerinde “zalim manik ve maço” olduğunu söyler. Serge Gainsbourg Birkin’e “sen bensiz çalışamayacak, popüler olamayacak kadar beceriksizsin” diyecek denli narsist ve toksik bir erkektir. Ancak kitle kültürü mit yaratmayı sever ve şiddeti görmezden gelir.
Steve McQueen ve Ali Macgraw
Mabedin gardiyanları. Aşk kadın işi midir başlığı altında kadınlar arası
rekabet ve erkekliğin ketumluk olarak inşa edilmesinden söz edilmiş. Kadınlar
hem kendilerine hem başkalarına karşı eleştirel bir bakış açısına sahiptir,
“sanki rekabeti devamlı harlamak erkeklerin ya da herkesin ilgisini çekme
yarışında kendi konumumuzu kaygı ve saldırganlık karışımı bir tutumla durmadan
yeniden yenilemek gerekiyormuş gibi”. Oysa sözü edilen şartlanma hali en güzel
dayanışma hamlelerinin de altını oymaktadır Crazy Ex Girl Friend
(2015-2019) dizisinde olduğu gibi. Dizinin müzikal tür özelliklerine sahip
bölümlerinden birinde Valencia Perez karakteri gitar çalarak sokakta kızkardeşlik temalı bir
şarkı söylemeye başlar (1/9); “women gotta stick together” (kadınlar birlik
olmalı). Yoldan geçen herkes ona eşlik edince bu kez bir anda soğur ve gelip
geçen kadınları iğneleyen eklemeler yapar; “kadınların değişim yapacak gücü
vardır örneğin şu gördüğünüz kadın kaşlarını almalıdır şu da kotunu
değiştirmelidir” böylece en güzel dayanışma hamlelerinden birinin altı rekabet
şartlanmasıyla oyuluş olur. Mrs America (2020) adlı mini tv
dizisi 1970’li yıllarda ABD anayasasında cinsiyetlerarası eşitlik ilkesinin yer
almasını sağlamak için yazılan Eşit Haklar Bildirgesi etrafında yürütülen
mücadeleyi anlatır. Dizi, Gloria Steinem’in da aralarında bulunduğu
feministleri, muhafazakar cumhuriyetçilerle karşı karşıya getirerek mücadeleyi
Chollet’nin deyimiyle “kız kavgasına” indirger. Oysa anketlere göre Amerikalı
kadınların çoğunluğu bildirgeyi desteklemektedir. Dizi Bildirgeye muhalefet
eden birçok lobiden de söz etmiyordu. Steinem’ın belirttiği gibi Amerikan
Medeni Haklar Hareketinin başarısızlığını Martin Luther King Jr taraftarları
ile Malcolm X taraftarları arasındaki rekabete indirgemek mümkün olur muydu? Sex Education (2019-2023) patriyarkanın içimizde yaşıyor ve kök salıyor olması
karşısında politik değişimin psikolojik dönüşüme psikolojik dönüşümün de
politik değişime bağlı olduğunu gösterir. (Carol Gilligan ve Naomi Snider’den akt).
Moordale Lisesi’nin birbirine bağlı öğrencileri okul müdürü Michael Groof’un
temsil ettiği patriyarkal otoriteyi altüst edeceklerdir. Müdürün oğlu Adam Groof
da aynı okulda öğrencidir “ifadesiz dev bir ahmaktır”. Adam annesi babasını
terk ettiğinde ve neden terk ettiğini açıkladığında değişir. Babası sevdiği
insanları kaybedeceğini düşündüğü için sevmekten korkar, kendisine her tür
duyguyu yasaklar. Annesi “ama sen insanlara onları sevdiğini söylemelisin bu
sana büyük bir acı verse bile çünkü sen yaşıyorsun” diyerek Adam’ı Carol
Gilligan’ın sözleriyle “sevgiden kaynaklanan savunmasızlığını” kabul etmeye
çağırır. Böylece Adam eşcinselliği ile yüzleşerek Eric’e ilanı aşk eder. Ancak.
erkeklerin soğukluğunu dilsizliğini bunda bir gizem derinlik erkeksilik
çekicilik görecek kadar erotikleştiren bir kültürde yaşadığımız için “çok
sayıda erkek taştan olmaya devam etmektedir”. Örneğin Mad Men (2007-2015)
dizisinin “en dikkat çekici sahnelerinden bazıları sırlar ardına gizlenen bu
kahramanın duygularının savunmasızlığının ruhunun görülmesine müsaade ettiği
sahnelerdir”. Karakter arka arkaya
evlendiği iki eşine kendisini nadiren açarken başka kadınlara özelini sıkça anlatır;
“bu mekanizma gerçek hayatta kadınları altı ay veya on yıl boyunca yeniden
psikolojik kötü muameleyi sineye çekmeye yüreklendirir”. Chollet’nin ifade
ettiği üzere duygusal açlık sürdürülebilir bir şey değildir, açlıktan
kıvranırken bayat ekmek bize ziyafet gibi görünür ya da susuz kalmışken paslı
suyu kana kana içebiliriz. Duygusal ilişkilerde en azıyla yetinmek de buna
benzer.
Mona Chollet Aşkı
Yeniden İcat Etmek’nin Büyük
kaybediş erotik öznelere dönüşmek adlı son başlığında “eril tahakkümle yönetilen
bir dünyada yaşadığımızda bize ait olduklarından emin olduğumuz arzulara sahip
olmak mümkün müdür” sorusunu sorar. Çocukken arkadaşıyla oynadığı en sevdiği
oyunun kurt adam oyunu olduğunu, arkadaşının onu yemek için üzerine atladığını
ve onu devirdiğini anlatır; “bu oyun beni çok mutlu ederdi ve büyüdüğümde de bu
fantezim sürdü” diye ekler. Harrison Ford’un Star Wars ve İndiana Jones gibi filmlerde
canlandırdığı erkeksi tiplerden büyülendiğini itiraf eder. Star Wars The Empire Strikes Back’te (1980) Harrison Ford’un, itiraz etmesine rağmen Prenses
Leia’yı öptüğü sahne egemen görsel kültüre romantizmin zirvesi olarak
yerleşmiştir. İndiana Jones’ta (1984) ise Willie, Jones’a kızdığını söyleyerek ondan uzaklaştığında Jones
kırbacıyla onu kendisine döndürür ve öper. Benzer biçimde James Bond Spectre’de
(2015) Bond bardak kırar ve sırtı aynaya dönük olan Monica Belluci’nin
canlandırdığı Lucia Sciarra’yı öper; “böylece filmler ve daha birçok şey
üzerinden ben de dahil olmak üzere milyonlarca kadın izleyici şiddetli güç ile
cezbetme tehdidini bağdaştırmayı öğreniyorken (…) erkekler de kadınların hayır’ının
itiraf edemedikleri evet olduğunu onların sinirinin her zaman yapmacık olduğunu
ve lanet okumalarının erkeği daha fazla ısrar etmeye davet etmeleri anlamına
geldiğini öğreniyorlar”
Chollet’nin kitapları teoriyle yaşanmışlığı, gözlemleri ve yazarın kendisine dair özeleştirilerini bir araya getiren son derece içten ve bu nedenle özel çalışmalar. Bitirirken son sözü yazara bırakalım: “ataerkillik soluduğumuz havanın kendisidir. Ondan kurtulmak istiyorsak hepimizin yapacak çok işi var”