Filmlerle Bugünün Cadıları

Mone Chollet  Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları)  

Kitap eleştirisi /bianet.org'ta yayınlanmıştır

Mone Chollet Türkçe’deki ilk baskısını 2020, ikincisini ise 2023 yılında yapan Bugünün Cadıları’nda (2018) 15.yy’dan 18.yy sonlarına dek gerçekleşen katliamlarda cadı oldukları gerekçesiyle öldürülen kadınları bugüne taşıyor. Yerleşik normların dışında konumlanan bağımsız kadınların, çocuksuz kadınların, yaş almış ‘genç olmayan’ kadınların bir nevi cadı olduğunu söylüyor. Kitap, kendine ait bir hayat: bağımsız kadın belası, kısırlık arzusu çocuksuz hayat: bir ihtimal, zirve sarhoşluğu kocakarı algısını kırmak ve bu dünyayı tersyüz etmek: doğayla savaşmak kadınlarla savaşmak adlı dört başlıktan oluşuyor.  

Kendine ait bir hayat: Bağımsız kadın belası başlığında beş filmden söz ediliyor: My Brilliant Career (1979), Fatal Attraction (1987), I Married with a Witch (1942), Bell, Book and Candle (1958) ve The Witches of Eastwick (1978).  My Brilliant Career’da (1979) 19. Yy Avustralyası’nda kendi hayatını yaşamadan önce başkasının hayatının bir parçası olmak istemeyen ve aşık olduğu adamın evlilik teklifini reddeden bir kadın karakter olan Sybylla Melvyn yer alır. Yazmak istemektedir “bunu şimdi yapmalıyım ve tek başıma başarmalıyım” der. Filmin son sahnesinde kitabını tamamlamış ve çiftliğinin kapısına dayanmış halde güneşin tadını çıkarmaktadır. Chollet’nin ifadesiyle bir erkeği ve aşkı barındırmayan mutlu son hayli istisnaidir. Sinemada bekar kadın olma halini şeytanlık ve cadılıkla ilişkilendiren filmlerden en ünlüsü olan 1987 yapımı Fatal Attraction’da Dan karakteri eşi ve kızı iki günlüğüne şehir dışındayken bir davette Alex’le tanışır ve ‘zaafına’ yenik düşerek onunla birlikte olur. Birlikte oldukları hafta sonunun ardından Dan, Alex’i terk eder. Alex’in “toplumsal kaideleri önemsemeyen, kendinden emin tavırları olan bu iş kadınının maskesi düşer ve altından onu kendisine eş ve çocuklarına anne yapacağı şüpheli olan ‘kurtarıcısını’ ümitsizce bekleyen sefil bir yaratık çıkar”. Film takıntılı aşık Alex’in, Dan’in karısı Beth tarafından evlerindeki banyoda öldürülmesiyle sona erer. Kadının banyo ve bedensel atıkla ilişkilendirilmesi Stanley Kubrick’in 1980 yapımı Shining’inin ünlü sahnesini çağrıştırır. Alex siyah deri kıyafetler giyer, New York’un kasaplar sokağına yakın bir yerde yaşar ve daha da tuhafı evinin altında cadı kazanlarını hatırlatan metal varillerde ateş yakılır. Bekar kadın olma halini şeytan ve cadılıkla ilişkilendiren ve Chollet’nin değinmediği bir diğer film de 1992 yapımı The Hand That Rocks the Cradle’dır. Bartel ailesine bebek bakıcısı olarak giren Peyton filmin sonunda, Beth’in Alex’i öldürmesine benzer biçimde Claire Bartel tarafından öldürülecektir. Mad Men dizisinin senaristlerinden biri olan Tracy Mcmillan 13 Şubat 2011 tarihinde yayınlanan yazısında bekar kadın okuyuculara yönelik kindar ve aşağılayan bir üslup kullanır. 1987 yapımı Fatal Attraction’daki bekar kadınlarla ilgili düşüncenin 2011 yılına ait bu yazıda hala hüküm sürdüğünü görmek mümkündür.  I Married with a Witch’te (1942) 17. yy’da Amerika New England’da cadı olduğu için babasıyla birlikte öldürülen Jennifer onu ele veren kişinin torunlarından intikam almak için 20.yy’a reenkarnasyon ile geri gelir. Ancak öldürmek istediği kişiye içirmek istediği iksiri  kendisi içince ona aşık olarak evlenir; “artık sahip olduğu güçleri sevdiği erkeğin aday olduğu seçimlerde galip gelmesi için kullanacaktır”. 1958 yapımı Bell Book and Candle adlı filminde de bir cadı evlenmek için güçlerinden vazgeçer. Fakat Mad Max Fury Road ile tanıdığımız feminist eğilimli Geroge Miller’ın 1987 tarihli The Witches of Eastwick filminde şeytan rolündeki Darly Van Horne adlı karakter evliliğe inanmadığını söyler, “evlilik adam için iyi kadın için kötüdür kadın evlilikte solar gider can verir” der. Darly Van Horne’a göre erkekler güçlü kadın gördüğünde kuyruklarını kıstırır; “kadınları yakıyorlar onlara işkence ediyorlar cadı muamelesi yapıyorlar. Kadınlar kendilerinden ve erkeklerden korkana dek”. Darly Van Horne filmin üç kadın karakterini, “kendileri gibi olmaya içlerindeki enerjiyi yaratıcılığı ve şehveti serbest bırakmaya cesaretlendirir. Kendini ise herhangi bir erkekten farklı ve onlardan korkmayan biri olarak tanıtır (…) Bu filmde sadece evlilik klişesinden çıkmakla kalınmıyor aşkın ve arzunun cadıların güçlerini yok etmektense onu katladığını da görüyoruz”  

                                                                Fatal Attraction’da Alex 

                                              The Hand That Rocks the Cradle'da Peyton

Chollet Bugünün Cadıları’nın Kısırlık arzusu, çocuksuz hayat: Bir ihtimal başlığı altında Coco avant Chanel (2009 Coco Chanel'den Önce) ve Another Woman (1988 Woody Allen) filmlerine değinir. Coco avant Chanel’de bir kadının annelikten başka her tür kendini gerçekleştirme hali hem bir ikame olarak görülmektedir hem de anneliğin kötü bir kopyasıdır. Karakterimiz trafik kazasında hayatın kaybeden bir erkeğe aşıktır. Mesleki anlamda büyük bir başarı kazanmıştır ancak evlenmemiş ve anne olmamıştır yas tutmuştur. Sadece kariyeri ile ilgilenmiştir. Ancak gerçekte “Chanel oldukça renkli ve hareketli bir hayat yaşamıştır. Arkadaşları ve onun da bazılarını sevdiği anlaşılan aşıkları olmuştur. Filmde izleyicinin düşüncelerini yönlendirme amacı taşıyan öğeler vardır. Daha doğru bir ifadeyle kolay klişeler bize Chanel’in kariyerinin özel hayatındaki mutsuzluğu hafiflettiğini düşündürmek ister. Hâlbuki sevgilisinin ölümünden çok önce Chanel başarı elde etmeye başlamıştır”. Another Woman’da (1988 Woody Allen) Gena Rowlands’ın canlandırdığı Marion adlı felsefe profesörü karakter ağlayarak şöyle der “sanırım bir çocuğum olmasını isterdim”. Chollet, bu sahnenin nesnel olmadığını ve Allen’ın feminist olmadığını Allen hakkındaki taciz suçlamalarıyla paralel olarak fark ettiğini ifade eder. Gönüllü olarak çocuk istemeyen kadınlar her zaman “gün gelir pişman olursun” gibi tehditlerle korkutulur; “sırf uzak gelecekte yaşanacağı düşünülen pişmanlığı önlemek için kendimizi yapmaya gönlümüzün olmadığı bir şeye zorlayabilir miyiz?”. Bu bağlamda Michelle Yeoh’un çocuk yapmadığı için kendisini başarısız hissettiğine dair yakın zamanda yaptığı açıklaması da manidar.

Zirve sarhoşluğu kocakarı algısını kırmak başlığında Chollet kadın oyuncuların Hollywood’da yaş ayrımcılığına maruz kalmalarından söz ediyor. Kadınların karşı karşıya kaldığı yaşçılıktan (agism) bahsederken sıkça Susan Sontag’ın 1972 yılında yayınlanan The Double Standard Of Aging makalesine başvuruyor. Sontag makalesinde “kadınların tüm varlığına sirayet eden miadını doldurma takıntısını” anlatmaktadır. Kadınların baskı altına alınmış cinsellikleriyle barışması ve yüzleşmesi için uzun bir süre gerekmektedir. Sontag’a göre kadınların cinsel anlamda olgunluğa ulaştıkları dönem cinsel yönden çekici bulunmamaya başladıkları yaşlara denk gelir; “yaşlanmaya uygulanan çifte standart kadınları otuz beş ile elli yaş arasındaki cinsellikten, yani cinselliklerini en iyi yaşayabilecekleri yıllardan mahrum etmektedir”.  Hollywood’da da kadın oyuncuların aldığı ücretler otuz dört yaşına dek artmakta ardından hızla düşmektedir, erkek oyuncularsa aksine elli bir yaşına geldiklerinde kariyerlerinin en yüksek ücretini alır ve sonrasında aynı ücreti bazen daha fazlasını almaya devam ederler Star Wars The Force Awakens’da (2015) rol alan Carrie Fisher, Leia karakterini bikiniyle görmedikleri için izleyicilerin gösterdiği tepkiye yanıt olarak “erkekler kadınlardan daha iyi yaşlanmıyor sadece onların yaşlanmasına laf edilmiyor” tweetini yazmıştı. Fisher’ın bu film için on beş kilo vermesi istenmişti, Fisher 2016’da kalp krizinden vefat etti. Vefatında kilo vermesinin etkisi olup olmadığı halen tartışılıyor. 2015 yılında Maggie Gyllenhaal kendisi otuz yedi yaşındayken elli beş yaşındaki bir karakterin sevgilisini oynamak için yaşlı bulunduğunu açıklayarak bu durumu protesto etti. Dolayısıyla sinema sektörünün bir erkek dünyası olduğu ve erkeklerin fantezilerini filmler yoluyla gerçekleştirdikleri açık biçimde ortadadırThe Washington Post’tan Christopher İngraham’ın dikkat çektiği üzere Amerikan evliliklerinin yaklaşık yüzde sekseni aşağı yukarı aynı yaştaki kişiler arasında gerçekleşiyor olmasına rağmen bu tür eşleşmelere Hollywood'da az rastlanır; burada başroldeki erkek oyuncular genellikle kendilerinden on, on beş ya da yirmi yaş küçük hatta kızları olabilecek denli genç kadın başrol oyuncularıyla birlikte rol alırlar.  Tina Fey ve Amy Pohler 2014 yılında Golden Globe ödüllerini sunarken Hollywood filmlerinde kadın ve erkek oyuncu arasındaki yaş farkına atıfta bulunan bir espri yaparak  Gravity (2013) filmini “George Clooney’in kendisiyle aynı yaştaki bir kadınla kapalı bir alanda bir dakika bile geçirmektense kendisini nasıl uzay boşluğuna bırakmayı ve ölmeyi tercih ettiğini anlatıyor” sözleriyle sunarlar. 2009 yılında Fransa’nın göçmenlik ve milli kimlik bakanlığını yapan Eric Besson, eşi iktisatçı Sylvie Brunel’i yirmi üç yaşında bir üniversite öğrencisi için terk eder. Brunel, Besson’un çamaşır makinesini kullanmayı dahi bilmediğini söyleyecektir. Yazara göre bu hikayenin daha az burjuva bir çevrede geçen hali ise Aurore (2005) adlı filmdir. Aurore adlı karakter eşi onu terk ettiğinde (uzun süre boyunca kocasının şirketinin muhasebesini yürütmüştür) kocasının onun hiçbir sigorta primini yatırmadığını öğrenir. Bu nedenle emekliliğe hak kazanamamaktadır; “ayrılıklar çiftler arası dengesizliğin hüküm sürdüğü  ve avantajlı olan tarafın her şeyi cebe atarak karşı tarafı terk ettiği gerçeğini gözler önüne sermektedir”

üstte ve altta Carrie Fisher 

Yakın zamanda cadılığa dair çekilmiş filmler Bugünün Cadıları’nı bir hayli güncel kılıyor. Joachim Trier’in, büyükannesinden cadılığı miras aldığı için din adamı babası tarafından büyük bir disiplinle kontrol altına alınmaya çalışılan Thelması (2017) ve Elizabeth Sankey’nin kendi doğum sonrası depresyon sürecini açık sözlülükle anlattığı Cadılar (Witches2024) Chollet’nin kitabı eşliğinde izlenebilecek filmlerden en önemlileri.


** Yazıda tırnak içinde yer alan tüm cümleler Mona Chollet’nin adı geçen iki kitabında yer almaktadır.


Filmlerle Aşkı Yeniden İcat Etmek

Aşkı Yeniden İcat Etmek Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor? (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları) 

Kitap eleştirisi / 2 Ocak 2025 tarihinde K24 Sitesinde Yayınlanmıştır 

Mone Chollet Cenevre doğumlu bir gazeteci. 2016 yılından buyana Le Monde’un baş editörü. Fransa’da yaşıyor ve feminist kimliği ile tanınıyor. Türkçe’de iki kitabı var. 2020 yılında ilk baskısını yapan Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları) ve 2023 yılında yayınlanan Aşkı Yeniden İcat Etmek Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor? (Çev: Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları). Chollet her iki kitabında da güncel dizi ve filmlere, romanlara, oyuncuların ve yazarların hayatlarına sıkça atıfta bulunuyor. Aşkı Yeniden İcat Etmek Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?’da dizi ve filmlere daha fazla değiniyor. Chollet’nin referanslarıyla, çizdiği çerçeveden verdiği dizi ve film örneklerini gözden geçirmek aşkın, ilişkilerin egemen söylem bağlamında temsilini, kırılma noktalarını görmemizi ve sorgulamamızı sağlıyor.

Chollet Aşkı Yeniden İcat Etmek’ye kah bir Hint minyatürü, kah Annie Ernaux öyküleri kah bizzat tanıdığı bir arkadaşının ilişkisinden söz ederek başlıyor ve aşktan söz etmenin “bildiğimiz en güzel hikayeleri sonsuza dek temcit pilavı gibi tekrarlamaktan” ibaret olmadığını hatırlatıyor. Aşk bir duygudan ziyade aslında bir hikaye anlatma itkisidir ona göre. Filmler ve romanların sunduğu peri masalı hikayeleri pek sorgulanmaz.  Kadınların feminizmi keşfi ise bir nevi Matrix’te Neo’nun mutlu cehaleti sağlayan kırmızı hap yerine farkındalığı sağlayan mavi hapı tercih etmesi gibidir.  Chollet, Jane Birkin gibi ünlü ve “mutlu” daha doğrusu romantik aşk yaşıyor zannettiğimiz kadınların aslında şiddet sarmalında toksik ilişkiler yaşadıkları gerçeğini görünür kılıyor. Mary Wollstonecraft’ın iki kez intihara teşebbüs etmesinin feministler tarafından görmezden gelinmesinden, Bell Hooks’un akademik kariyeri seçince terk edilmesinden, kadın bedenine dair güzellik beklentisinden, kadın erkek ilişkilerinde kelimenin her anlamıyla (boy / ekonomik gelir / konum) eşitsizliğin romantize edilmesinden söz ediyor.

Konformizm ile nihilizm arasında başlıklı önsöz’de izlediğimiz aşk hikayelerinin iki sevgilinin kavuşmasıyla yani ilişkinin başlamasıyla bittiğini ve asla ilişkinin nasıl sürdüğünü nelerle karşılaştığını nasıl evrildiğinin anlatılmadığından dem vurarak  2020 yılında yayınlanan mini dizi Normal People’ın bu geleneği az da olsa kırdığını ancak dizinin baş karakteri olan çiftin anlaşmazlıklarının melodram geleneğine uygun olduğunu anlatır. Çünkü Chollet’nin Bell Hooks’tan aktardığı üzere aşktan ve aşkın varlığını hayatlarımızdaki anlamını tasvir etmektense kayıptan söz etmek daha kolaydır. 2018 yapımı L'amor Flouda ise on yıldan fazla süredir evli, iki çocuk ve bir köpek sahibi olan Romane ve Philippe, birbirlerini artık eskisi gibi sevmediklerini fark eder ve ayrılmaya karar verirler. Ancak bunu başarmaları da pek kolay olmaz. Bu yüzden de Romane ve Philippe bitişik dairelerde yaşayacakları bir ayrılık gerçekleştirmeye karar verir. Çünkü “çift hayat insanın kendi boşluğu ile  ve mecburi bir aradalığın boşluğuyla yüzleşme korkusundan kaçtığı bir sığınaktır”. Hemen her yılbaşı döneminin favori filmlerinden biri olan Love Actually’de (2003) gördüğümüz gibi popüler kültür ev içi emek sömürüsünü romantize eder. Portekizli Aurelia ilişkileri resmiyet kazanınca yazar Jamie’ye eskisi gibi aynı hizmetleri sunacaktır, tek farkla Jamie ona para ödemek zorunda değildir çünkü evleneceklerdir; “birlikte yaşamayı reddetmek işte bu yüzden bizim biz olduğumuz için mi yoksa sunduğumuz hizmetler için mi sevildiğimizi anlamaya yarayacaktır bu aynı zamanda erkeklerin tam insana dönüşmelerini de sağlayacaktır”

                                                                       Love Actually (2003)

Sevilmek için kendini un ufak etmek: Romantik idealimizde kadınların değersizleştirilmesi başlığı altında, Victor Hugo ve Honoré de Balzac’tan alıntılarla erkeklerin, eril kültürün kadınların ince ve kırılgan olmasından, “oyuncak bebek” gibi görünmesinden hoşlandığını anlatarak 2015 yılında Serena Williams’a yapılan ırkçı ve cinsiyetçi yorumları örnek verir. Sinema sektöründe uzun boyuyla tanınan Gwendoline Christie tarafından canlandırılan  Brienne de Tarth karakterinin Game of Thrones’un son sezonunda değişimi bu bağlamda istisnadır.  Jamie bir kadının şövalye olmasını engelleyen geleneğe karşı gelerek Brienne’yi şövalye ilan eder ve ardından birlikte olurlar; “Jamie onu eşiti ve dengi olarak görürken ona olan arzusunu da gösterir, halbuki dizinin büyük bölümünde bu iki ayrı tavrın birlikte var olamadığını görürüz”. 

                                                                            Brienne de Tarth

Chollet’nin vurguladığı üzere “kadının ufalması sadece fiziksel değil profesyonel ve ekonomik anlamda da beklenir”.  Romantik ilişkiler hiyerarşi ve güç sorunlarına sahiptir. Chollet bu noktada ‘Oscar laneti’ deyimini hatırlatır.  Oscar kazanan kadın oyuncuların evliliklerinin ortalama dört yıl ömrü vardır. Bette Davis, Halle Berry, Kate Winslet, Reese Withherspoon, Hilary Swank, Sandra Bullock ödül kazandıktan kısa bir süre sonra ayrılmış ya da boşanmıştır. Eva İllouz’a göre “kadınların değeri çerçevesi çizilmiş estetik kriterlerine uygunlukları hem de gençlikleri ölçüsünde belirlenir. Erkeklerin çekiciliği ise yaşlarından bağımsız olarak toplumsal konumları üzerinden ilerler”. Buna karşın Gloria Steinem eşitliği erotikleştirmemizi söylemektedirThe Marvelous Mrs. Maisel’de (2017-2023) Midge ve Joel’in ilişkisinin gel gitleri üzerinden eşitliğin de erotik olabileceği gösterilir.  Her zaman bir stand upçı olmak isteyen Joel kendi hayalini eski eşi Midge gerçekleştirince önce hayal kırıklığına uğrar ancak daha sonra komedi yeteneği olmadığını kabul ederek Midge’e hayranlık beslemeye ve onunla gurur duymaya başlar. Midge turnedeyken çocuklarla ilgilenir; “evlenerek farkında olmadan kendilerini içinde buldukları ve birbirlerini aşağı çekmelerine neden olan rollerden çıktıklarında ikisi de karı kocayken olduklarından çok daha ilgi çekici bireylere dönüşürler. Toplumun ve aile kurumunun kontrolünden kaçmayı başaran hikayeleri ilgi çekici bir hal alır”. Post-Empresyonist Fransız ressam Paul Gaugin 1891’de Tahiti’ye yerleşmiş ve adada frenginin yayılmasına neden olmuştur.  On üç yaşında bir yerli olan Tehura’nın da aralarında bulunduğu üç yerli çocukla evlenmiştir. 2017 yılında çekilen Gauguin - Voyage de Tahiti adlı filmdeyse tahmin edilebileceği üzere bunların hiçbiri yer almaz.  Gaugin ülkesinde kıymeti bilinmemiş bir sanatçı olarak temsil edilir, Tehura’yı on yedi yaşındaki bir oyuncu canlandırır ve elbette Gaugin’in adaya yaydığı cinsel hastalığın yerini filmde diyabet alır.

Chollet, Hakiki erkekler. İlişkideki şiddetten öğrenilecekler adlı başlıkta temel olarak patriyarkanın sevgi ve şiddet arasında kurduğu ilişkiden, şiddet uygulayan erkeklerin çekici bulunmasından söz ediyor; “kızları beyaz atlı prensi bekleyecek şekilde yetiştirirken diğer yandan da onları diğer tüm erkeklere karşı dikkat etmeye yönlendiriyoruz. Yetişkin birer kadın olduklarında birbirlerine güvenmeyi ve asıl tehlikeleri tespit etmeyi öğrenmemiş oluyorlar” (Hirigoyen’den akt). Mon Roi’de (Maïwenn 2015) Tony ve Georgio arasındaki ilişkide gördüğümüz üzere şiddet sadece psikolojik de olabilir; “yönetmenin geniş ölçüde otobiyografik olan filminde bir kadının ona tokat dahi atmadan nasıl mahvedilebileceğinin iyi bir örneğidir”. Chollet’e göre sürekli aşağılama, küçük düşürme, mesafeli tavırlar, tehditler ve kadını tecrit eden dengesini bozan hareketler intihara dek sürükleyebilecek akıl sağlığı aşınmasına yol açar. The Marvelous Mrs. Maisel’de Midge, liseden arkadaşı olan Manniford MacClain’e hayrandır ancak adam yıllar sonra karısını öldürdüğü için gazetede elleri kelepçeli haliyle haber olarak yer aldığında Midge “o artık bekar ve ben de bekarım diye düşünür”. Sahne katilleri çekici bulan kadınlara göndermede bulunmaktadır; “erkeksilik güce, tahakküme, şiddet uygulamaya doğrudan bağlıysa Midge’in Manniford’a dair yaptığı tasvirin bize anlattığı üzere bir katilden daha erkeksi ne olabilir?”. Sheila Isenberg’in belirttiği üzere patriyarkal kültürde katillere üstün erkeklik atfedilir; “en maçolara en güçlülere en şiddetli ve en kaba olanlara atfedildiği gibi (…) şiddetin kendisi erotikleştirilmektedir. Erkeksiliği ve maçoluğu abartılı boyutta olan bir erkekle birlikte olan bir kadın kendisini daha çok kadın hisseder”.  Marlon Brando 1962-1972 yılları arasında evli kaldığı Tarita Teriipaia’yı kürtaja zorlayıp, hamileyken ona şiddet uygulamıştır. Steve McQueen ve kendisi gibi oyuncu olan Ali MacGraw ile ilişkisinde onu eve hapsetmiş, dövmüş ve oyunculuk yapmasının yasaklamıştır. Böylesi bir ilişki Elle Dergisi tarafından “yıkıcı çılgın bir tutku” olarak nitelenir. Chollet’nin aktardığına göre Ali MacGraw dört yıl sonra Steve McQueen’le birlikte yaşadığı evden kaçmış ve bir daha oyunculuk yapmamıştır. Benzer biçimde Jane Birkin de yazdığı kitapta kendisinden yirmi bir yaş büyük Serge Gainsbourg’un ilişkilerinde “zalim manik ve maço” olduğunu söyler. Serge Gainsbourg Birkin’e “sen bensiz çalışamayacak, popüler olamayacak kadar beceriksizsin” diyecek denli narsist ve toksik bir erkektir. Ancak kitle kültürü mit yaratmayı sever ve şiddeti görmezden gelir.

                                                             Steve McQueen ve Ali Macgraw
                                                                Serge Gainsbourg Jane Birkin

Mabedin gardiyanları. Aşk kadın işi midir başlığı altında kadınlar arası rekabet ve erkekliğin ketumluk olarak inşa edilmesinden söz edilmiş. Kadınlar hem kendilerine hem başkalarına karşı eleştirel bir bakış açısına sahiptir, “sanki rekabeti devamlı harlamak erkeklerin ya da herkesin ilgisini çekme yarışında kendi konumumuzu kaygı ve saldırganlık karışımı bir tutumla durmadan yeniden yenilemek gerekiyormuş gibi”. Oysa sözü edilen şartlanma hali en güzel dayanışma hamlelerinin de altını oymaktadır Crazy Ex Girl Friend (2015-2019) dizisinde olduğu gibi. Dizinin müzikal tür özelliklerine sahip bölümlerinden birinde Valencia Perez karakteri gitar çalarak sokakta kızkardeşlik temalı bir şarkı söylemeye başlar (1/9); “women gotta stick together” (kadınlar birlik olmalı). Yoldan geçen herkes ona eşlik edince bu kez bir anda soğur ve gelip geçen kadınları iğneleyen eklemeler yapar; “kadınların değişim yapacak gücü vardır örneğin şu gördüğünüz kadın kaşlarını almalıdır şu da kotunu değiştirmelidir” böylece en güzel dayanışma hamlelerinden birinin altı rekabet şartlanmasıyla oyuluş olur.  Mrs America (2020) adlı mini tv dizisi 1970’li yıllarda ABD anayasasında cinsiyetlerarası eşitlik ilkesinin yer almasını sağlamak için yazılan Eşit Haklar Bildirgesi etrafında yürütülen mücadeleyi anlatır. Dizi, Gloria Steinem’in da aralarında bulunduğu feministleri, muhafazakar cumhuriyetçilerle karşı karşıya getirerek mücadeleyi Chollet’nin deyimiyle “kız kavgasına” indirger. Oysa anketlere göre Amerikalı kadınların çoğunluğu bildirgeyi desteklemektedir. Dizi Bildirgeye muhalefet eden birçok lobiden de söz etmiyordu. Steinem’ın belirttiği gibi Amerikan Medeni Haklar Hareketinin başarısızlığını Martin Luther King Jr taraftarları ile Malcolm X taraftarları arasındaki rekabete indirgemek mümkün olur muydu? Sex Education (2019-2023) patriyarkanın içimizde yaşıyor ve kök salıyor olması karşısında politik değişimin psikolojik dönüşüme psikolojik dönüşümün de politik değişime bağlı olduğunu gösterir. (Carol Gilligan ve Naomi Snider’den akt). Moordale Lisesi’nin birbirine bağlı öğrencileri okul müdürü Michael Groof’un temsil ettiği patriyarkal otoriteyi altüst edeceklerdir. Müdürün oğlu Adam Groof da aynı okulda öğrencidir “ifadesiz dev bir ahmaktır”. Adam annesi babasını terk ettiğinde ve neden terk ettiğini açıkladığında değişir. Babası sevdiği insanları kaybedeceğini düşündüğü için sevmekten korkar, kendisine her tür duyguyu yasaklar. Annesi “ama sen insanlara onları sevdiğini söylemelisin bu sana büyük bir acı verse bile çünkü sen yaşıyorsun” diyerek Adam’ı Carol Gilligan’ın sözleriyle “sevgiden kaynaklanan savunmasızlığını” kabul etmeye çağırır. Böylece Adam eşcinselliği ile yüzleşerek Eric’e ilanı aşk eder. Ancak. erkeklerin soğukluğunu dilsizliğini bunda bir gizem derinlik erkeksilik çekicilik görecek kadar erotikleştiren bir kültürde yaşadığımız için “çok sayıda erkek taştan olmaya devam etmektedir”.  Örneğin Mad Men (2007-2015) dizisinin “en dikkat çekici sahnelerinden bazıları sırlar ardına gizlenen bu kahramanın duygularının savunmasızlığının ruhunun görülmesine müsaade ettiği sahnelerdir”.  Karakter arka arkaya evlendiği iki eşine kendisini nadiren açarken başka kadınlara özelini sıkça anlatır; “bu mekanizma gerçek hayatta kadınları altı ay veya on yıl boyunca yeniden psikolojik kötü muameleyi sineye çekmeye yüreklendirir”. Chollet’nin ifade ettiği üzere duygusal açlık sürdürülebilir bir şey değildir, açlıktan kıvranırken bayat ekmek bize ziyafet gibi görünür ya da susuz kalmışken paslı suyu kana kana içebiliriz. Duygusal ilişkilerde en azıyla yetinmek de buna benzer.

Mona Chollet Aşkı Yeniden İcat Etmek’nin Büyük kaybediş erotik öznelere dönüşmek adlı son başlığında  “eril tahakkümle yönetilen bir dünyada yaşadığımızda bize ait olduklarından emin olduğumuz arzulara sahip olmak mümkün müdür” sorusunu sorar. Çocukken arkadaşıyla oynadığı en sevdiği oyunun kurt adam oyunu olduğunu, arkadaşının onu yemek için üzerine atladığını ve onu devirdiğini anlatır; “bu oyun beni çok mutlu ederdi ve büyüdüğümde de bu fantezim sürdü” diye ekler. Harrison Ford’un Star Wars ve İndiana Jones gibi filmlerde canlandırdığı erkeksi tiplerden büyülendiğini itiraf eder. Star Wars The Empire Strikes Back’te (1980) Harrison Ford’un, itiraz etmesine rağmen Prenses Leia’yı öptüğü sahne egemen görsel kültüre romantizmin zirvesi olarak yerleşmiştir. İndiana Jones’ta (1984) ise Willie, Jones’a  kızdığını söyleyerek ondan uzaklaştığında Jones kırbacıyla onu kendisine döndürür ve öper. Benzer biçimde James Bond Spectre’de (2015) Bond bardak kırar ve sırtı aynaya dönük olan Monica Belluci’nin canlandırdığı Lucia Sciarra’yı öper; “böylece filmler ve daha birçok şey üzerinden ben de dahil olmak üzere milyonlarca kadın izleyici şiddetli güç ile cezbetme tehdidini bağdaştırmayı öğreniyorken (…) erkekler de kadınların hayır’ının itiraf edemedikleri evet olduğunu onların sinirinin her zaman yapmacık olduğunu ve lanet okumalarının erkeği daha fazla ısrar etmeye davet etmeleri anlamına geldiğini öğreniyorlar”

Chollet’nin kitapları teoriyle yaşanmışlığı, gözlemleri ve yazarın kendisine dair özeleştirilerini bir araya getiren son derece içten ve bu nedenle özel çalışmalar. Bitirirken son sözü yazara bırakalım: “ataerkillik soluduğumuz havanın kendisidir. Ondan kurtulmak istiyorsak hepimizin yapacak çok işi var”


 

Andrea Arnold Sineması’na Bir Bakış: Mia, Star ve Bailey

 5 Ocak 2025 tarihinde Birgün Pazar'da yayınlanmıştır

Andrea Arnold toplumcu gerçekçi Birleşik Krallık sinemasının yeni Ken Loach’u olarak anılıyor sıkça. Ancak Arnold’un üslubunun gerçekçilikten ziyade şiirsel olduğu da ifade ediliyor. Lucy Bolton Arnold’un tarzının her şeyi bire bir sergilemek olmadığını fenomenolojik deneme, mekan zaman ve hareketin sinematik fenomenolojisi olarak yorumlanabileceğini söylüyor. Aslında adına gerçekçi dediğimiz şey Mike Wayne’e göre, sadece filmin ya da sahnenin gerçek dünyada bildiklerimizle nasıl ilişkili olduğuna dair değerlendirme değildir. Gerçekçilik her zaman, gerçekliğe dair imgenin nasıl üretildiğine ve diğer temsillerle nasıl bir ilişki ya da diyalog içinde olduğuna dair yargıyı içerir. Wayne’nin belirttiği gibi gerçekçilik temsilin “görsel-işitsel” araç setinde yenilik, kırılma ya da değişikliktir. Diğer geleneklerle ve belirli filmlerle ilişki içindedir ve karşılaştırma yapmamızı gerektirir. Bu bağlamda Arnold’un filmleri kendi özgün üslubu çerçevesinde gerçekçi olarak kabul edilebilir.  Yanı sıra varisi olarak görüldüğü Ken Loach’un Kes (1969), Sweet Sixteen (2002) ve Angel’s Share (2012) başta olmak üzere çoğu filminde ana karakteri olan yoksul, işsiz ve eğitimsiz genç İngiliz erkeklerinin yerini Arnold’un sinemasında genç kadınlar alır. Dans eden, sorumluluk alan, çevresini gözleyen, video çeken, şefkatli, uğradıkları istismara haksızlıklara direnen, yerleşik olmayan, güçlü genç kadınlar.

                      

Kent şehrine bağlı Erith'te doğan Arnold filmlerinde kendi hayatını anlatır bir bakıma. Dört çocuğun en büyüğüdür; doğduğunda annesi on altı, babası ise on yedi yaşındadır. Yetişkinlerin yetişkin gibi davranmadıkları çocuk yetiştiren çocukların oluşturduğu işlevsiz ihmalkar aileleri konu edinir. Arnold’un sinemasının özünü, anlattığı tüm temaları Oscar ödülü kazanan kısa filmi Wasp’te (2003) görürüz. Wasp malum hem eşek arısı manasına gelir hem de sosyo politik bir ifade olan White Anglo Sakson Portestan’ın kısaltılmış halidir. Wasp, kendisi ergenlikten yeni çıktığı halde dört çocuğa annelik yapmaya çalışan yoksul Zoe’yi anlatır. Çocuklarına toz şekerden başka verecek şeyi olmayan Zoe için, dört çocuğunu gece barın kapısında bırakarak flört etmek ve ilişki yaşamak sorumluluklarından, hayatın yoğun ciddiyetinden kaçış anlamına gelir. Popüler kültürün David Beckham mitolojisi sınıf bilincinin yerini almıştır. David adındaki eski sevgilisiyle flört etmek bu nedenle de önemlidir. Zoe mükemmel değildir kuşkusuz ama çocuklarını  evde yalnız bırakmaktansa, her ihtimale karşı yanında götürmeyi tercih eder. Film adını, Zoe’nin uyuyan bebeğinin ağzına giren arıdan alır. Beyaz Anglo Sakson Protestan ve açlık sınırında yoksul olmaya dair güçlü bir ironi.

Fish Tank (2009), American Honey (2016) ve Bird (2024) Arnold’un kısa filmi Wasp’te anlattığı temaları, üslubunu sürdüren filmler. Genç yaşta anne oldukları için hazır olmadıkları sorumluluğu alan, koşulsuz sevgi gösteremeyen, bunun yerine çocuklarıyla kardeş rekabetine giren kusurlu anne ve babalar Arnold’un değişmeyen karakterlerini oluşturur. Ekim 2009'da, dönemin muhalefet lideri David Cameron, seçmenleri  kendisine oy vererek Birleşik Krallığın bozuk durumunu onarmaya davet eder. Cameron’a göre Birleşik Krallık’taki bozukluğun sebebi bekar anneler, zayıf eğitim, anti-sosyal davranışlar, alkolün kötüye kullanımı, genç yaşta cinsellik ve istihdam eksikliğidir. Muhafazakar partinin bozukluğa dair tasvir ettiği her şey Essex toplu konutlarında geçen Fish Tank’te mevcuttur. On beş yaşındaki Mia, annesinin sevgilisi Connor ile birlikte olur, annesi o sırada üst katta sızmıştır. Connor evlidir ve sınıfsal anlamda Mia, kardeşi ve annesinden hayli farklı bir hayata sahiptir. Connor’un orta sınıf çekirdek aile hikayesi dışarıdan mükemmel görünse de Arnold bize iç yüzünü gösterir. Wasp ideolojisinin kusursuz orta sınıf aile babası hem Joanne ile hem de Joanne’ın reşit olmayan on beş yaşındaki kızı Mia ile,  Mia’nın baba eksikliğini ihmalkar aile ortamını  kötüye kullanarak onunla birlikte olmakta beis görmez.


American Honey’de Arnold mizansenini bu kez Amerikan taşrasına taşır. Yönetmen filmi, 2007 yılında New York Times’ta mag crew (dergi ekipleri) hakkında çıkan haberden ilham alarak yazar. İhmalkar anne, üvey kardeş, tacizci baba, yoksulluk mizansenin değişmez öğeleri olmayı sürdürür. Arnold’un kadın karakterleri yerleşik değildir ancak American Honey’de Star annelik yaptığı kardeşlerini annesine bırakıp, işlevsiz aile evini terk ederek dergi aboneliği satan gençlerle tamamen yolda yaşamaya başlar. American Honey Star’ın kendi hayatının öznesi olma sürecini Amerikan taşrasına dair politik gözlemle birlikte anlatır. Bird ise Arnold’un çocukluğunun geçtiği Kent’te geçer. On iki yaşındaki androjen görünümlü baş karakter Bailey’i canlandıran Nykiya Adams, Arnold sinemasında alışık olduğumuz üzere ilk oyunculuk yapmaktadır. Fish Tank’ta Mia nasıl baba figürü eksikliği hissediyorsa Bailey de anne eksikliği çeker. İyi niyetli ama çok hata yapan ergen bir babaya (Bug) sahiptir. Mia dans ederken Bailey güçlü gözlem yeteneğine, sinematografik bakışa sahiptir. Mia karakter gelişimini ergenlikten yetişkinliğine geçişini temsil eden bir atla arkadaşlık ederken Bailey kuşlara hayrandır. Bu nedenle kendisini ve annesini korumak için üvey babasıyla fiziksel anlamda kavga ettiği sahnede tuhaf arkadaşı Bird’ün şahine dönüştüğünü düşünür, hayal eder. 

                  

                                     

Bird  alışageldiğimiz işçi sınıfı filminden beklenen mücadele ya da şiddete odaklanan anlatı kalıplarını alt üst ederek, Bailey’nin babası Bug ve arkadaşlarının Coldplay'in Yellow şarkısını hep bir ağızdan söyledikleri sahnede ya da Bailey, abisi Hunter ve babası Bug’ın elektrikli scooterda yolculuk ettikleri sahnede olduğu gibi karakterlerini huzurlu bir akış içinde gösterir.


                              

                               

                                

Bird’ün son sahnesi American Honey’nin son sahnesiyle aynıdır. Bailey bir tilki ile karşılaşır ve gözleri tilkinin rengini alır, Star’ın ayıyla karşılaşması ve ardından gece gölde arınarak yeniden doğmasında olduğu gibi son tahlilde Bird de büyüme ve güçlenme öyküsüdür.

Isaac Arif, Bird’ Review: Finding Beauty in The Overlooked 

● Lucy Bolton, A Phenomenology of Girlhood: Being Mia in Fish Tank. içinde International Cinema and the Girl (Ed. Fiona Handyside, Kate Taylor-Jones) Palgrave MacMillan 2017

● Ian Urbina, For youths a grim tour on magazine crews 

● Mike Wayne,  Theses on realism and film, International Socialism Journal 

AlissaWilkinson, Bird Review: In Search of Safety 

Amber Wilkinson, Wasp 

 

  
















Filmlerle Bugünün Cadıları

Mone Chollet   Bugünün Cadıları; Kadınların Yenilmez Gücü   ( Çev:   Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları)     Kitap eleştirisi / bianet.org...