Kare; Kendini Tehlikede Hisseden Modern Maymunun Hikayesi

 

Ayrıntı Dergi sayı 24 ocak şubat 2018 yayınlanmıştır

 

Ruben Östlund son dönemde kendisine has üslubu ile öne çıkan önemli yönetmenlerden biri[1] Turist (Turist 2014) ile Cannes Film Festivali’nde Özel Bir Bakış ödülünü almıştı, Kare (Square) de bu yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin yanı sıra 30. Avrupa Film Ödüllerinde en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi senaryo ödüllerini aldı. İsveçli Östlund’un kara mizah içeren sinemasında Roy Andersson izlerini sürmek mümkünken, Kare ile birlikte açık biçimde Michael Haneke etkisi de görünür oldu. Kare’de baş karakter Christian’ın küçük çocuğa karşı duyduğu suçluluk hissi[2] Haneke’nin Saklı (Cache 2005) filmindeki baş karakteri Georges Laurent’nin, Cezayirli kardeşine dair duyduğu ve ömrü boyunca taşıdığı suçluluk hissini hatırlatıyor. Östlund Altyazı Dergisi’ndeki söyleşisinde, çocuk oyuncunun seçiminde mülteci fikrini çağrıştıracak bir seçim yaptıklarını vurguluyor[3]. Böylece Haneke’nin on iki yıl önceki filminde değindiği Fransa’nın Cezayir politikası[4] ile Kare’de bugünün Avrupa ülkelerinin mülteci sorunu karşısındaki tavrı arasında ilişki kurmak olanaklı hale gelir.

Östlund, Turist’te çekirdek aileyi, çekirdek ailenin sevgi ve aşktan ziyade bir mecburiyet / bencillik / statü hissiyatı üzerine kurulu olmasını anlatıyordu. Elbette kendi toplumuna dair yalnızlık, yabancılaşma gibi temaları içeren bir bakışı da fonda tutarak. Kare ise çok katmanlı, çoklu okumaya müsait bir film. Kare’yi günümüz konjonktürü bağlamında değerlendirdiğimizde; Avrupa’nın Aydınlanma ile kabul ettiği değerlerin ikiyüzlülüğü filmin somut temalarından biri. Aydınlanma’nın “evrensel” değerleri sadece Avrupa kıtasının yerleşik halkları içindir. Söz konusu refah “diğerleri” ile paylaşılmak istenmez. İkinci olarak özellikle Andersson filmlerinden alışık olduğumuz toplumsal tıkanma ve “can sıkıntısı” İsveç toplumu özelinde sosyal refah devletlerini betimleyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor filmde.

Kare’de filme adını veren “kare” bir sanat projesi olarak; “karenin içinde herkes eşittir güvendedir” ana fikrine sahip bir manifesto ile tanıtılır ve bu tema filmin leit motifidir.  Baş karakter Christian’un direktörü olduğu çağdaş sanat müzesi söz konusu projenin ev sahibidir.  Kare’yi manifestoda tanımlanan şekliyle herkesin eşit olduğu güvenli bir alan olarak aklımızda tutarsak eğer, Christian’nın cüzdan ve telefonunu çaldırdığı sahne ve devamında gelişen olay örgüsünü, Amerikalı kadın gazeteciyle olan ilişkisini, kare projesinin tanıtımı için çekilen şiddet içerikli videoyu sabit bir bağlamda ele almamız mümkün hale gelir. Söz konusu bağlam karede temsil edilen Aydınlanma felsefesinin değerleri ve Avrupa Birliği’nin idealleridir kuşkusuz.

Christian metrodan çıkıp işine doğru ilerlerken, “imdat” diye bağıran bir kadın sesi duyulur. Bu olay gerçekleşirken ana karakterin etrafında sokakta yaşayan pek çok evsiz görürüz, bu görünürlük hali filmin bütününde yine tekrar eden bir öğedir. Geçip giden İsveç vatandaşları tarafından yok sayılan, görünmez insanlardır evsizler. Baş karakterimiz özelinde temsil edilen kitlenin kendi refah çemberinin dışına çıkmadığına, kimseye dair kaygı duymadığına tanık oluruz. Etraftaki sessiz mağduriyetle çelişir biçimde yükselen “imdat”  nidasına kimse kulak asmaz yoluna devam ederken, Christian yanındaki bir adamın verdiği cesaretle uzaktan gelen kadın sesine dikkat kesilir. Sahnedeki en ilginç ayrıntı ise şiddet mağduru kadın ve onu tehdit eden erkek karşısında (sonradan bunun yankesicilik için düzenlenen bir “performans” olduğunu anlarız), baş karakterimize hakim olan duygunun “heyecan” oluşudur.  Christian da ismini bilmediğimiz erkek tiplemesi de yaşadıkları olayı ne kadar ilginç bulduklarına dair heyecanla gülerek hislerini paylaşırlar. Adeta bir oyun, macera ya da lunaparkta korku tüneline girmiş gibi bir halleri vardır. Östlund’un Roy Andersson sinemasından miras aldığı atmosfer / tema tam da burada çıkar karşımıza. Modernizmin gelip tıkandığı noktada yaşayan üst sınıf İsveçli karakterimiz söz konusu macera / heyecan hissiyatının peşine düşer ve hırsızlıkla polisin ilgilenmesini talep etmek yerine kelimenin düz anlamıyla adrenalin hissetmek adına suçla bizzat kendisi ilgilenmeye karar verir. Christian, sanat galerisinde sergilenen bir projenin ya da performansın tasarlanma sürecine benzer biçimde, asistanı Michael ile çalınan telefonun sinyalinin geldiği bölgede neler yapılabileceğini tartışır. Her şeyin dümdüz, renksiz bir monotonluk içerdiği İsveçli üst sınıf hayatı birden renklenmiştir. Sinyalin geldiği konuttaki elli dairenin tümüne hitaben bir tehdit mektubu yazılır. Filmin düğüm noktası, tetikleyici olayı da burada gerçekleşir. Beyaz üst sınıf Avrupalı, elli aileyi ya da elli kişiyi birden potansiyel suçlu ilan etmekte hiçbir beis görmemiştir.  

Sinyalin geldiği bölgeye giderken Christian ve Michael arabada “Justice” adlı grubun bir şarkısını dinlerler. Nasıl ki “imdat” nidasının içi boşalmışsa keza “adalet” de sadece bir müzik grubu ismidir ve çalan şarkı da yoldaki ikilinin heyecanını pekiştirme işlevi görür.  Sinyalin geldiği bölge alt sınıfların, göçmenlerin yaşadığı bir toplu konut bölgesidir öyle ki iki karakter de arabadan çıkmak istemez ve kimin gideceğine dair tartışır. “Öteki”nin yarattığı korku, kamera arabada yalnız kalan Michael’e eşlik ettiğinde elle tutulur hale gelir. Dışarıdan birtakım sesler gelir ama Michael gibi biz de dışarıda ne olup bittiğiniz görmeyiz, daracık bir alana sıkışıp kalırız. Christian’ın elli daireye tek tek mektup bıraktığını gösteren sekansta, apartmanda merdivenlerin tepesinden yapılmış çekimin yer aldığı sahne önemlidir. Söz konusu çekimde ışıkların söndüğü anda içi karanlık bir kare görüntüsü ortaya çıkar. Karenin biçimsel bir öğe olarak kadraja hakim olduğu bir başka sahne de; Christian’nın kızlarıyla tanıştığımız sahnedir. Annelerine ulaşamaya kızlar “sıra” babalarında olmadığı halde babalarına gelmek zorunda kalmışlardır. Anne ve babalarının arasında kalmış iki çocuk şiddetle kavga etmektedir, bu sırada kamera duvardaki krem rengi kare figürü içeren resme odaklanır sıkça.  Bu tür çekimler, Kare projesinin manifestosuyla ilişkili olarak adalet fikrini belli belirsiz sürekli canlı tutmayı ve filmde olup bitenleri sorgulamamızı sağlar. Christian evde olduğu halde, anahtarla kapıyı açmaya çalışan kızlarını hırsız zannederek uzun süre sessiz kalır. Görevlerin dağıtıldığı, herkesin yerinin belli ve buna bağlı olarak da yabancılaşmanın had safhada olduğu bir Haneke evrenidir sanki karşımızdaki. Yanı sıra ailenin işlevsizliği Östlund’un Turist filmiyle de ilişki kuran bir temadır kuşkusuz.

Filmin afişinde Kare projesi ve onunla ilgili temaları doğrudan çağrıştıran bir öğe yer almıyor. Afişte, filmin son bölümünde, çağdaş sanat müzesi için düzenlenen bağış yemeğindeki performansı ile Oleg karakteri var. Oleg karakterinin performansı ilk bakışta filmin ana temasından kopuk gibi görünür. Müzeye yardım için gece yemeğinde toplanan üst sınıf  son derece “seçkin” bir grup yer alır görüntüde. Oleg’in performansı karşısında uzun süre hareketsiz kalan grupta filmin başından beri yinelenen bencilliği görürüz. Bir türlü ortak bir irade ile dayanışma ile hareket etmezler. Oleg salonda bulunan herkesin alt benliğidir (id). Yönetmen söz konusu sahnede Oleg’in meydan okuduğu Julian karakterini Alfa erkeği olarak düşündüklerini belirtiyor[5]. Dolayısıyla Oleg kendisine rakip olarak gördüğü Julian’ı rahatsız ediyor, Julian da bu meydan okumaya karşılık veriyor. Sonunda mücadele edemeyerek terk ediyor mekanı. Oleg yemekte bulunanların alt benliğine hitap ediyor kısaca. Herkes sadece kendisini korumayı, kendisini düşünüyor bencilce. Sahne aynı zamanda Marina Abramovic’in “Rhythm 0” performansını[6] çağrıştırıyor. Performansı sırasında Abramovic’e zarar veren tecavüze yeltenen kitle ile Oleg’in performansında kendi refahı için son ana dek susan kitle arasında pek bir fark yok. Bu bağlamda baktığımızda filmin afişine konu olan sahne filmin özeti niteliğini taşıyor, Avrupalı üst sınıfın herhangi bir kriz anında sadece kendisini düşünerek “önüne baktığını” görüyoruz. Son tahlilde Kare, mülteci krizinde kendi yaşamından, refahından ödün vermek istemeyen Avrupalı’nın vicdan muhasebesi, günah çıkarması olarak da düşünülebilir.

 

 



[1] Auteur özellikleriyle son dönemde öne çıkan diğer yönetmenler ise Andrey Zvyagintsev, Yorgos Lanthimos, Cristian Mungiu ve Pablo Larrain.

[2] “Christian, hayatı boyunca içinde yaşayacak bir hissi göstermeye çalışıyor orada kızlarına,  hayatının geri kalanı boyunca merdivenden ittiği o çocuğu hatırlayacak çünkü. Yapması gerekeni yapmadı”

Fırat Yücel “İyi Bir Provokasyon” (Ruben Östlund ile söyleşi) Altyazı Aylık Sinema Dergisi s: 177 sf: 28

[3] “Onu seçerken aklımızda şu vardı. Bir çeşit göçmen çocuk imgesini taşımasını istiyorduk. Ama gerisiyle ilgili bir fikrimiz de yoktu. Bu aslında bizim kendi önyargılarımızın oluşturduğu bir imgeydi tabii ki. Ama nihayetinde mülteci krizine ve bununla birlikte ortaya çıkan suçluluğa dokunacak bir oyuncuydu aklımızdaki. Ayrıca çocuğun yetişkinleri yanlış bir şey yapmakla suçlaması fikri de hoşumuza gitti”  akt. Yücel age. sf 30

[4] Majid anne-babasını 17 ekim 1961 katliamında kaybetmiştir. Georges’in ailesi Majid’i evlatlık almak ister, Georges Majid’e attığı iftirayla ailesini bu fikirden vazgeçirir.

Kuvvetli Bir Alkış: Bir Hapishane Hücresi ya da Çöp Ev Tasviri Olarak Ana Rahmi

  09 Mart Cumartesi 2024 tarihinde Gazete Duvar'da yayınlanmıştır Berkun Oya aslen bir tiyatro yönetmeni, sinema dünyasında 2007 yılında...